2008 KISA FİLM YAZILAR - HABERLER

İçeriğe git

Ana menü:

2008 KISA FİLM YAZILAR

YAZILAR


“KANLI 1 MAYIS 1977”
BELGESELİ NASIL ÇEKİLDİ
Yıl 1976. DİSK ( Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ) de foto film merkezi sorumlusu olarak göreve başlıyorum. Çok uzun bir aradan sonra, 1976 yılında ilk kez 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kitlesel olarak kutlanmış. Değişik insanlar 35mm lik kameralarla, siyah beyaz olarak o günü kayda almışlar. Benden o filmleri toplamamı ve bir belgesel yapmamı istiyorlar. Elimde görüntü bulunabilecek kişilerin listesi var. O kişilerle iletişime geçip negatif toplamaya başlıyorum. Birkaç kişi hariç herkes kolaylık gösteriyor. Destek veriyor. Yurt dışında olduğum için 1 Mayıs 76 gününe katılmış bir kişi değilim ve Ankara da yaşadığım için de İstanbul’un caddelerini çok iyi bilmiyorum.  Taksim alanına iki koldan yürünmüş: Unkapanı ve Beşiktaş.

Film negatiflerden iş kopyası bastırıyorum. Unkapanı ve Beşiktaş yolu üzerinde bana ipucu verebilecek noktaları tespit ediyorum. Bir de kortejlerde sıralanış durumu var. Kim önde, kim arkada yürümüş? Onun da bilinmesi gerekli. Uzun bir uğraştan sonra 35mm kurgu tamamlanıyor. Gösterimi kolay olsun diye 16mm lik film kopyaları bastırıyoruz. Film birçok yerde gösteriliyor.

1977 yılı. Türkiye’de sol hareket en güçlü dönemlerinden birini yaşıyor. Grev ve lokavtlar çok yaygın. Genel grev uygulamaları giderek daha fazla taraftar buluyor. Sendikaların hükümet ve işverenler üzerinde büyük bir etkisi var. Siyasi muhalefetten memnun olmayan bazı çevreler, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemede sakınca görmüyorlar. Her gün onlarca insan ölüyor. Faili meçhul cinayetler işleniyor. İşte böyle bir ortamda, sendikalar Taksim alanında 1 Mayıs 1977  Emek ve Dayanışma gününü kitlesel olarak kutlamaya hazırlanıyorlar. DİSK Foto Film Merkezi sorumlusu olarak benim de hazırlık yapıp o günü belgelemem gerekiyor.
39. Hükümet işbaşında. AP, MSP, CGP, MHP ve bağımsızlar “1. Milliyetçi Cephe” hükümetini kuruyorlar. Süleyman Demirel Başbakan. Ülkede, planlı saldırı ve cinayetlere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Faili meçhul cinayetler, işgaller, boykotlar, yolsuzluk, rüşvet artık günlük yaşamın bir parçası durumunda.
Yürüyüşü 16mm lik film kameraları ile  kayda almaya karar veriyoruz. Ancak Türkiye’de negatif film bulmak çok zor. Yurt dışından, bir uçak pilotu aracılığı ile 10 kutu Kodak film getirtiyoruz. Bir kutu 120 metre. 12 dakikalık çekim demek. Çekim ekibinde benim dışımda Kameraman Gani Turanlı ve Yönetmen Fevzi Tuna var. Yürüyüş sabah 10.00 da başlayacak. Saraçhane’den işçi sendikaları, Beşiktaş’ta ise sivil toplum örgütleri yürüyüşe geçecek. DİSK başkanı Kemal Türkler ve DİSK’e bağlı sendika başkanlarının yer aldığı kortej de Beşiktaş yönünden Taksim alanına doğru yürüyecek.

Hem sendikalarda, hem de gençlik örgütleri arasında yoğun bir hazırlık göze çarpıyor. Hangi pankartlar taşınacak? Sloganlar ne olacak? Güvenlik nasıl sağlanacak? Provokasyonlara karşı nasıl önlem alınacak konuları uzun uzun tartışılıyor. O günlerde sol hareket iki ana bölüme ayrılmış durumda. Bir bölüm Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerin sürdürülmesinden yana bir tavır takınırken, diğer bir bölüm ise Sovyetler Birliğini reddeden, Çin’den ve onun lideri Mao’dan yana tavır koyan bir yaklaşım içersinde. DİSK’e bağlı sendikaların yöneticileri Sovyetler Birliği ile yakın ilişkilerin doğru olduğuna inanan grupta yer alıyorlar. Karşı tarafı “Maocu” diye adlandırıyor ve 1 Mayıs kortejine bu grubun sızıp kışkırtma yapabileceğine inanıyorlar.

Elimize ulaşan 16mm lik negatif Kodak filmler 120 metre. Ancak bizim kullandığımız Bolex kameralar 30 metre film alıyor. Gelen filmleri olduğu gibi kullanmamız olası değil. Filmleri 30 metrelik makaralara bölmemiz lazım. Yaklaşık 40 adet boş makaraya gereksinimimiz var. 16mm kameralar çok kullanılmadığı için makara bulmada büyük sıkıntı yaşıyoruz. Her tarafa haber gönderiliyor. Sonunda, zor da olsa gerekli malzemeyi bir araya getirebiliyoruz. Şimdi sorun, 120 metrelik negatifleri 30 metrelik makaralara aktarmak. DİSK Foto Film Merkezi’nin, fotoğraf basmak için hazırladığı bir karanlık odası var. İki adet film sarma kolu buluyorum. Bunları vida ile bir tahtaya monte ediyorum. Zifiri karanlıkta ( filmlerin hiç ışık görmemesi gerekiyor ), el yordamı ile filmleri makaralara sarıp, kutularına yerleştiriyorum.

DİSK’in Merter semtinde bulunan binasının en üst katında, ressam Orhan Taylan, Taksim meydanında Atatürk Kültür Merkezi’nin ön cephesine asılacak ve giderek ülkemizde 1 Mayıs’ın simgesi haline gelecek olan, çok ünlü grafik tasarımını, “İki elin içersinde yer alan dünya” tasarımını çok büyük bir bez pankarta çiziyor. Bu çalışmayı filme alarak, 1 Mayıs 1977 filmi için “motor” diyorum. Daha sonra İstanbul sokaklarında afişleme yapan gruplarla dolaşarak biraz da bu hazırlık aşamasından görüntüler kaydediyorum.

Gani Turanlı, Fevzi Tuna ve ben, yürüyüşten birkaç gün önce bir araya gelerek bir çekim stratejisi oluşturuyoruz. Ben Saraçhane’de olacağım. Kortejin toplanmasını ve Taksim’e hareketini görüntüleyeceğim. Taksime geldikten sonra da, alana girişlerini ve Bedrettin Dalan’ın Tarlabaşı yıkımları sırasında yok ettiği, caddenin hemen girişinde yer alan OLEYİS Sendika binasının en üst terasından alanın genel çekimini yapacağım.

Fevzi Tuna Beşiktaş dan gelecek korteji izleyecek. Gani Turanlı ise Taksim alanına yakın bir yerde durarak her iki yönden gelen grupları karşılayacak. 40 kutu filmi aramızda bölüşüyoruz.
O zaman cep telefonu olmadığı için aramızda haberleşmek olası değil. 2 Mayıs1977 günü bir araya gelmek üzere bir birimizden ayrılıyoruz.
1 Mayıs 1977 günü elimde 16 mmlik Bolex bir kamera, bugün plakçılar çarşısı olarak bilinen blokların önünde yer alan Atatürk Bulvarı’na gidiyorum. Güneşli güzel bir ilkbahar günü. İşçiler toplanmaya başlamışlar. Davul zurna eşliğinde halaylar çekiliyor. Baskı rejimini eleştiren, barış ve birlikten yana sloganlar atılıyor. Emeği sembolize eden, demir döküm makinesi, dokuma tezgahı gibi malzemelerle dekore edilmiş kamyonlar, içlerinde ise başlarında kaskları, çalışan işçiler var. Etraf âdete bir panayır yeri. Büyük bir coşku yaşanıyor. Ama yine de herkesin içinde bir tedirginlik var. Acaba bir olay çıkar mı ?

Kortej çok düzenli bir şekilde yürüyüşe geçiyor. Belgeselde, katılımcı tüm sendikaların görüntüsüne yer vermek istediğim için hiç birini atlamak istemiyorum. Bu da hareket alanımı oldukça zorlaştırıyor. Yollar trafiğe kapatıldığından bir araç kullanmam olası değil. Ben kortejin en arkasında yer alanları çekmek için beklerken, ön kısım yol alıyor. Onlara yetişmek için, elimde kamera kan ter içinde koşuyorum. Bolex kameranın vizörü çok küçük ve çok karanlık. Kadrajı, ne çektiğimi doğru dürüst göremiyorum. Anlımdan akan terler de vizörü kapatınca iş daha da zorlaşıyor. Kamera’nın motoru da yok. Kamerayı elle kuruyorum. Kısa bir süre çekim yapıp duruyor. Tekrar kurmak gerekiyor. Yani uzun bir plan çekmek olası değil.

Kortej, Haliç üzerindeki Atatürk köprüsünden geçmeye başlıyor. Çok düzenli ve etkileyici bir görüntü var. Bu anı kaldırımdan, göz hizasından filme aktarabilmek zor. Gözüme Azapkapı Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin minaresi ilişiyor. O an şans eseri içerde bulunan imamdan izin rica ediyorum. Yardımcı oluyor. Hızla minarenin merdivenlerini tırmanıyorum. Aşağıda inanılmaz güzellikte bir görüntü var. İki taraf deniz. Köprünün üzerinde akarcasına ilerleyen insanlar. Kıpkırmızı bir şerit. Sonra kameramı saraçhane yokuşuna çevirip, yukarı doğru tırmanan insan kalabalığını görüntülüyorum. Burada çektiklerim, sonradan hazırlayacağım belgeselin en etkili bölümlerinden birini oluşturuyor.

Taksim meydanına girdiğimde, Beşiktaş’dan gelen kortejin de alanda yer almaya başladığını görüyorum. Taksim Parkı merdivenleri önünde durup hem Saraçhane’den, hem de Beşiktaş’dan gelen grupların alana girişlerini filme alıyorum. Kürsü çevresinde yer alan yerli ve yabancı konukları görüntülüyorum. Elimde fazla film olmadığı için dikkatli hareket etmek, heyecana kapılıp hepsini bir anda tüketmemek gerekiyor. DİSK adına fotoğrafları ise İbrahim Akyürek ve Şakir Bıyıklı çekiyorlar.

Taksim meydanında, yaklaşık 8 katlı OLEYİS sendika binasının terasına çıkıyorum. Benden başka insanlar da var. Fotoğraf çekiyorlar. Film çeken kimse yok. Bütün alan ayaklarımızın altında.Tıklım tıklım dolu. Hala alana giriş yapan kortejler var. Tekrar alana dönüyorum. DİSK başkanı Kemal Türkler konuşmasına başlıyor. Elimde son kutu negatif film kalmış. 2-3 dakikalık çekim olanağı var. Onu da orada kullanıyorum. Zaten tören bitmek üzere. Çok az bir zaman var.

Birden bire, nerden geldiğini anlamadığımız silah sesleri duyulmaya başlıyor. Kemal Türkler’i hemen kürsüden uzaklaştırıyorlar. Eline mikrofonu alan Sıtkı Coşkun, insanları panik olmamaları için uyarmaya çalışıyor. Herkes rastgele bir taraflara koşuşturuyor. Birden alana polis panzerleri dalıyor. İnsanların üzerine su sıkmaya, onları ara sokaklara doğru sıkıştırmaya başlıyorlar. Kazancı yokuşuna yönelen kalabalığın önünü bir araba kesiyor. İnsanların bir kısmı Taksim Parkı altında yer alan kafeteryalara sığınmak istiyor. İş yerlerine zarar gelecek korkusuyla, kapılar kapatılıyor. İnsanlar çaresizlik ve korku içinde oldukları yerde çömelip silah seslerinin dinmesini bekliyorlar. 500 bin kişinin katıldığı, 1 Mayıs 1977 işçi bayramı, Türkiye işçi sınıfı tarihi’ne, 28 kişinin ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişinin vurulma nedeniyle, 1 kişinin de panzer altında kalarak yaşamını yitirdiği, 136 kişinin yaralandığı “Kanlı 1 Mayıs” adıyla geçiyor. Ateşi kimin açtığı tam olarak belirlenemiyor. Sular idaresinin üstünden ve meydana bakan Intercontinental otelin odalarından ateş açanlar bulunamıyor.

2 Mayıs günü yayınlanan gazeteler olayı manşetlerine taşıyorlar:
Hürriyet: Mayıs Katliamı: 34 Ölü.
Milliyet: Taksim'de Kanlı Miting: 34 Ölü, Yüzlerce Yaralı.
Günaydın: Maocu Vatan Hainleri işçi Bayramı'nı Kana Buladı: 39 Ölü Var!
Cumhuriyet: 1 Mayıs Kanlı Bitti: 33 Ölü.
Politika: 1 Mayıs Töreni Saldırıya Uğradı - 35 kişi öldü, yüzlerce yaralı var.
Tercüman: Maocular, DiSK'in istanbul'da yaptığı mitingi bastılar - 34 Ölü var.
Son Havadis: Taksim savaş alanı gibiydi - Kızıllar Kudurdu.
Hergün: Solcular 40 işçiyi Katletti.
Bayrak: Taksim'de 38 Ölü.
Yeni Asya: DiSK mitinginde komünistler birbirini yedi, 40 ölü - Taksim'de Savaş...

Gani Turanlı ve Fevzi Tuna’dan çektikleri negatif filmleri alıyorum. Benim çektiklerimle birlikte, o günlerde yurt dışına çıkacak olan Orhan Taylan’a veriyorum.  Biz filmlerin banyo edilmiş ve iş kopyaları basılmış olarak geri dönmesini beklerken, yurt dışında 1 Mayıs 1977 filminin gösterildiğine dair duyumlar almaya başlıyorum. Gösterilen filmin bir pozitif kopyası da bize ulaşıyor. Görüntüler bizim çekimlerimiz. Anlaşılan birileri bir şekilde görüntüleri elde etmiş ve izinsiz olarak kullanmışlar.

Bir zaman sonra negatifler bizim de elimize ulaşıyor. Gani Turanlı’nın kullandığı kameranın bir arızası olduğunu ve çektiği görüntüler üzerinde ışık almış beyaz bir çizgiler olduğunu görüyoruz. Çoğu kullanılamaz durumda. Saldırı anında, benim filmim bitmiş olduğu için çekimleri Fevzi Tuna’nın kamerası gerçekleştiriyor. Ancak onun da kaydedebildiği çok az görüntü var.
Elimdeki malzeme ile bir belgesel hazırlamak istemiyorum. Birçok insan ölmüş, sendikal hareket büyük bir provokasyon yaşamış. Karamsar bir hava var. Aralık 1977'de yapılan DİSK 6. Genel Kurulun’da DİSK Genel Başkanlığı'na bu kez Abdullah Baştürk seçiliyor. Bir yıl sonra, 1 Mayıs 1978 de kürsüde konuşmacı olarak o var. Yine aynı Bolex kamera ile, 16mm olarak, alanın dolu halini ve kitlenin coşkusunu gösteren çekimler yapıyorum. Amacım bu görüntüleri hazırlayacağım belgeselin final sahnesinde kullanmak ve insanların saldırılardan yılmadığını göstermek. Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti Meclis'ten güven oyu alamayınca 21 Haziran 1977 günü hızla bu kez  2. Milliyetçi Cephe  hükümeti kuruluyor.

Elimde motoru olmayan basit bir kurgu masası var. Film makarasını elle çeviriyorsunuz. Oldukça karanlık bir ekrandan da görüntüler geçiyor. Toplu iğne başı gibi bir mekanizma aracılığı ile, kullanacağım film karelerinin yanına işaret koyuyorum. İş kopyasının kullanılmayan kısımlarını makas ile kesip, kalan kısımları seloteyp  ile birbirine yapıştırıyorum. Ses yok. Sinema kameraları ses kaydı yapmıyor. Biz de ayrı bir manyetik banda  ses kaydı yapmamışız. Öyle bir donanıma sahip değiliz. Sadece görüntüleri birbirine bağlıyorum. Elimdeki kurgulanmış iş kopyasına göre bir senaryo yazıyorum. Araya şiirler serpiştiriyorum.

Ortaya, insanları ajite etmeye yönelik bir metin çıkıyor. Zaten amaç, bu filmi sendika salonlarında, grev yerlerinde, iş yerlerinde gösterip, yılgınlığa düşebilecek emekçilere moral vermek. O günlerde bu kışkırtmaya  “Maocu” denilen grubun neden olduğu öne sürülüyor, doğrudan onlar suçlanıyor. DİSK deki genel hava da bu. Bu yaklaşım filmin metnine de yansıyor.
Filmin ses kaydını yapmam gerek. Ama o baskı ortamında bu filmi seslendirecek ne ses sanatçılarını, ne de stüdyoyu bulmak kolay. Önce Cüneyt Türel’e öneri götürüyoruz. Ses rengini bu tür bir filmi seslendirmeye uygun olmadığını söylüyor. Haklı da. Daha sonra, Kamuran Usluer ve Meral Taygun filmi seslendirmeyi kabul ediyorlar. Necip Sarıcı’da  Mecidiyeköy’de bulunan “Lale Film Stüdyosu”nu kullanımımıza açıyor. Sanatçıların gösterdiği bu dayanışma o zor günlerde bizler için büyük önem taşıyor.Spikerlerin seslerini, daha sonra filme yerleştirmek üzere, ayrı ayrı ses bantlarına kaydediyoruz. Yürüyüş sırasında atılan sloganları, amatör el teypleri ile yapılmış kayıtlardan alıyoruz. Kemal Türkler’in konuşması da aynı yöntemle kaydedilmiş. Çok net değil.  Bir gün genel merkez asansöründe Kemal Türkler ile karşılaşıyorum. Film çalışmasının nasıl gittiğini soruyor.

Ses sorunundan söz ediyorum. Çekinerek “teybi getirsem acaba odanızda tekrar ses kayıtı yapabilir miyiz ? “diye soruyorum.  Kemal Türkler, çok az konuşan, oldukça sert bir işçi lideri . Hiç beklemediğim bir yanıt veriyor. Stüdyoya gelebileceğini ve orada seslendirme yapabileceğini söylüyor. Şaşkınlıkla kabul ediyorum. Birlikte Lale Film Stüdyosuna gidiyoruz.
1 Mayıs konuşmasını orada da tekrarlıyor. Sinefekt laboratuarlarında iş kopyası temel alınarak negatif kurgu yapılıyor, ses filmi hazırlanıyor ve standart gösterim kopyaları basılıyor.

Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980 sabahı, Merter'de evinin önünde sendikaya gitmek üzere arabasına binerken, düzenlenen bir saldırı sonucu hayatını kaybetti. Birkaç ay sonra da, Türkiye siyasi yaşamında derin yaran açacak olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşti. Sendikalar kapatıldı. Partiler lağvedildi. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. Sendika binalarında, 1 Mayıs 1977 filminin kopyalarını ele geçiren askeri yönetim, filmin bazı bölümlerini, kendi amacı doğrultusunda televizyonlarda kullandı. 1 Mayıs 1976 ve 1977 filmlerinin Türkiye’nin  sendikal yaşamı ve siyasi belleği için önemli bir belge olduğunu düşünüyorum. Bu filmlerin, daha uzun yıllar boyunca gündeme gelmeyi sürdüreceğini ve bu görüntülerin referans olarak kullanılacağını biliyorum. Bu yazı ile tarihe bir not düşmek ve bu filmin hangi koşullarda, kimler tarafından, nasıl hazırlandığını kayda geçmek istedim.
 
Hilmi Etikan
İstanbul Eylül 2008


ERAY MERT İLE KISA FİLM ÜZERİNE
Kısa film sizce nedir ?
Kısa film hem sınırsız bir alan hem de sinemanın abc’si. Böyle olunca hayatınızda gördüğünüz en iyi ve en kötü film bir kısa film olabilir. Ben kısa filmin her türlü yorumlanışına karşı açığım. Ancak kendi filmlerimde genel tercihim şiirsel bir anlatımdan yana.
Uluslararası ilişkiler okudunuz. Daha sonra sinema okumaya karar verdiniz  bu süreci anlatır mısınız ?
Üniversiteyi okuduğum yerde tek salonlu kocaman bir sinema vardı. Haftada bir yeni film gelirdi. Ben her filmi en az iki defa izlerdim. Küçük yerlerde hâkim olan “ başka yapacak iş yok ki” psikolojisinin faydasını, artık hikâyesini bildiğim filmleri daha detaylı inceleyerek, gördüm. Okul bittikten sonra üniversite sınavlarına hazırlanmadan, üstelik de tek tercih yapıp Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü'ne girdim. Tek tercih yapıp girmemdeki kararlılık 3. sınıfa gelene kadar çok defa sekteye uğradı. Okulu bırakmayı defalarca düşündüm. 3. sınıfta Öğr. Gör. Bülent Özkam hocamızın dersini alıp ilk kez film çekmem ve bu filmin de Ankara Film Festivali'nde ödül alması okulu bitirmem gerektiğini, Mütereddit adlı filmin görece başarılı olması, sonrasındaki diğer filmler de bu işi yapmam gerektiği konusunda beni biraz olsun ikna etti. Birçok insan film çekmek ister bu çok normal, ben de inanın çok istiyorum. Ama işin bir de diğer yönü var. Film çekebiliyor musunuz ? Benim burada ne işim var, dediğiniz yerde, sadece isteğin yetmediği, kabaca genellersek; seyircinin de sizi ikna etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Eray Mert Toplu Gösterimi / Retrospective Screening of Films By Eray Mert Kısa film, uzun metraja geçmek için sizce bir basamak mı ?
 
Bu bir şikâyet konusu değil bir ön koşul olmalı aslında. Yani keşke uzun film çekmiş her yönetmen önce birkaç tane kısa film çekmiş olsa. Kendini aynada bir görse... Yapabileceklerini, yapamayacaklarını bilse. Kısa film bağımsız bir tür. Ama uzun film çekenlerin kısa film çekmişlerden, çekenlerden çıkması bana gurur verir. Kısa film ticarileşemediği sürece kimse uzun filme geçişte kısa filmi basamak olarak kullandı diye suçlanmamalı. Kısa film ticarileşirse de kısa filmin kendine özgülüğü zarar görebilir. Başta da söylediğim gibi, bu işin abc’si kısa film. Elinizde kalın bir kitap varsa ister onu okursunuz isterseniz üstüne çıkıp ampul değiştirirsiniz. Uzun film çekecekler sadece o kitabı okuduktan sonra üstüne çıkmalılar. Geçen yıl çektiğiniz Birçok filmin var. 2008 itibariyle kaç film oldu, bu üretkenliği neye bağlıyorsunuz ?
içinde sanatın olduğu uğraş alanlarının hepsinde nitelik nicelikten önce gelir. Oyüzden benden çok üreten kısa filmci var mı yok mu bilemem, bilinemez de... Herhangi birisinin ürettiği tek bir film benim çektiğim onca filmden “çok” olabilir. Ben sadece kendime karşı acımasızım. Hatalarımı görüyorum. Ama bunları film çektikçe görüyorum. Bu yüzden hataları telafi etmek için daha çok film çekiyorum. Daha çok çektikçe daha çok hata yapıyorum. Bu paradoksal durum da daha çok film çekmemi sağlıyor sanırım.Koşulları zorlayıp elimden geldiğince bütün projeleri hayata geçirmek istiyorum. Çekemediğim bir film kafamda durdukça bana acı veriyor. Daimi oyuncularım Erdinç Bağcı ve Özay Erol'un da programları uyduğu
sürece bu yaz hiç boş durmak istemiyorum. Çok geç başladığım bu uğraşta biraz daha hızlı koşmak gerektiğinin, ama fazla hızın da hataları arttıracağının farkındayım.

(*) Bu yazı Natali Yeres’in “Mega Movie” sinema dergisindeki yazısından alınmıştır.




 
İçeriğe dön | Ana menüye dön