Ana menü:
"ÖDÜLLÜ YÖNETMENLERLE KISA VE BELGESEL FİLM ÜZERİNE SÖYLEŞİLER"Hazırlayan: Şenol Çöm ( senolcom@yahoo.com )ÖNSÖZTürkiye’de kısa filme ve belgesele gönül vermiş kişiler arasında sevgili Şenol Çöm ün özel bir yeri vardır. Bu kitabı hazırladığını söyledi ve benden bir yazı istedi. 1979 yılından beri kısa film ve belgesel alanına kesintisiz katkı sağlamak için büyük emek verdik. “İSTANBUL ULUSLARARASI KISA FİLM FESTİVALİ” ni 30 yıl sürdürdük. “KISA FİLM BÜLTENİ” ni fotokopide basıp dağıttık ( daha sonra www.kisafilm.com olarak sürdü ), sinema seminerleri, atölyeler düzenledik, yazılar yazdık, görüşmeler yaptık. Bu 40 yıl içinde yazılacak, söylenecek her şeyi söylediğim için ekleyecek yeni bir şey bulamıyorum. Biraz sonra bu kitapta söyleşilerini okuyacağınız yönetmenlerimiz de zaten altı çizilmesi gereken her şeyi gayet güzel dile getirmişler (keşke bu araştırmada daha fazla kadın yönetmenimize yer verilebilseydi). Elinizde tuttuğunuz bu tür kitaplara ne yazık ki fazla rastlayamıyoruz. Bu çalışmalar çağına ve sinema tarihimize tanıklık yaptığı için çok önemli. Özenle saklamanızı salık veririm. Çünkü genellikle yeniden basımı yapılmıyor ve ulaşılamıyor. Aşağıda, değişik zaman ve yerlerde yayımlanmış görüşlerimden bir derleme yaptım. Sizlere iyi okumalar diliyorum.Hilmi Etikan1 Haziran 2020-UrlaÜlkemizde ne yazık ki, uzun yıllardan beri uğraş verilmesine karşın, kısa film ve belgesel yapısal varlığını gerçek anlamda oluşturamadı. Zaten bu sorumluluğu salt gönüllü girişimlerle ayakta tutabilmek olası değil. Kısa film ve belgesel, alt yapı, üretim ve dağıtım açısından, kendi başına bir sektör olarak ciddiye alınmadığı sürece bu başıboşluğun sürgit devam edeceğini söylemek hiç de zor değil.Bir ülkede, sinemanın gerçek anlamda var olabilmesi için bazı koşulların mutlaka yerine getirilmesi gerekiyor. Bunun en başında özerk bir “ Ulusal Sinema Merkezi “nin varlığı geliyor. Bu kurum içinde uzun metrajın yanında, kısa film ve belgesel bölümüne de kapsamlı bir yer ayrılmalı. Bu yapı, on-on beş kişi kadar sürekli çalışan bir kadroya, bilgisayar donanımlarına, arşive, film izleme odalarına, web sayfasına sahip olmalı. Dünyadaki örneklere baktığımızda kısa filmin ve belgeselin kendi başına bir sektör olmasının atar damarını bu alt yapının oluşturduğunu görüyoruz. Fransa'da “ Unifrance “, Yunanistan'da “Greek Film Centre“, Macaristan'da “ Hungary Film Unio “, Meksika'da “ Instituto Mexicano de Cinematografia “ ya da İran'da “ Iranian Young Cinema Society “ örneklerinde olduğu gibi.Yurt dışında, “Swedish Film Institute”, “London Film School”, “Lodz Film School”, “FEMIS” gibi okullar çok sınırlı sayıda öğrenci alıyorlar ve sadece sinema eğitimi veriyorlar. Yani bir üniversitenin, İletişim fakültesinin bölümü değiller. Birkaç yıllık ortak eğitimden sonra, kendi içlerinde, yönetim, kurgu, kamera, ses, senaryo, oyunculuk gibi uzmanlık alanlarına ayrılıyorlar. Bizde, eskiden sinema bölümlerine yetenek sınavı ile az sayıda öğrenci alınır ve onlar özenle yetiştirilirdi. Zaten şu anda piyasada filmlerini çeken çoğu ünlü yönetmenimiz o dönemlerin öğrencileri. Sonra bu sistemden vazgeçildi. Yetenek sınavları kaldırıldı. Her üniversitenin iletişim fakültelerinde sinema bölümleri açıldı. Merkezi sınav sistemindeki puan yeterli sayıldı. 50-60 kişilik sınıflar yaratıldı. Ne eğitmenler öğrencileri ile yeterince ilgilenecek zamanı bulabiliyor, ne öğrenciler beklenen performansı gösterebiliyor, ne de altyapı yetiyor. Her yıl sanırım bine yakın kişi sinema bölümlerinden mezun oluyor. Çoğu kez gerekli bilgi birikimi ve deyim olmadığı, piyasada da bu kadar mezuna cevap verecek beklenti olmadığı için gençler ciddi sıkıntı yaşıyorlar. Neyse ki teknoloji ucuzladı ve gelişti. İnternet üzerinden bilgiye ulaşmak kolaylaştı. Gençlerin her şeyi okuldan beklememeleri, kendilerini yetiştirmek için ayrıca çaba göstermeleri, genel kültürlerini olabildiğince geliştirmeleri, ülkesinin sorunlarını yakından takip etmeleri gerekiyor.Başarılı bir kısa film ve belgesel çekmek sanıldığından daha da büyük bir emek, birikim ve zekâ gerektiriyor. Bir film tasarlarken alışıldık öykülerin, dramatik yapının dışına taşmak gerekiyor. Dünya genelinde baktığımız zaman 7-8 dakika olan çalışmaların kısa film olarak daha öne çıktığını, daha fazla akılda kaldığını görüyoruz. Filmin süresi kısaldıkça yönetmenin işi daha da güçleşiyor. Filmin süresi uzadıkça anlatılan konu ve anlatım şekli giderek uzun metraja öykünmeye başlıyor ve ister istemez kısa metrajın anlayışından uzaklaşılıyor. Kısa filmin süresi çok sınırlı olduğu için klasik anlamda dramatik bir yapı kurmak, öyküyü bilindik olaylar zinciri üzerinden geliştirip sonuca bağlamak filme zarar veriyor.Sermaye kesimi kısa metraj filmleri ve belgeselleri kendi tanıtımını yapmak için bir araç olarak kullanmaya başladı. Geniş bir gençlik kesiminin bu alana duyduğu ilgiyi reklam malzemesi olarak değerlendiriyor. Yarışmalar düzenliyor ve dağıttıkları düşük parasal ödüller karşılığında birçok filmin ücretsiz olarak gösterim hakkını alıyor. Ödül alan film dışındaki filmlerle de, gösterim ücreti ödemeden, programlar yapıyor. Bu yaklaşım ülkemizde kısa filmin ve belgeselin çalışmalarını ne yazık ki bir adım öteye taşıyamıyor.Aslında kısa film ve belgeseller, sanıldığını aksine, eğer nitelikli bir çalışma ise, çok sayıda seyirciye ulaşabiliyor. Belki garip gelecek ama çoğu kez uzun metraj filmlerden daha çok izleniyor. Bunun nedeni daha kolay salon buluyor olmalarından, daha kolay çoğaltılıp dağıtılmalarından ve dünyada daha çok sayıda kısa film ve belgesel festivali olmasından kaynaklanıyor. Her zaman söylüyorum “İyi bir kısa film ya da belgesel çek, o film dünyayı senin ayaklarına getirecektir”. Uzun metraj bir filmin bir ülkede gösterilebilmesi için, o ülkedeki ticari dolaşıma girmesi gerekiyor ki, bu Amerikan filmleri rekabeti karşısında çok güç.Eğer ülkemizde, beklendiği ölçüde nitelikli kısa filmler ve belgeseller üretilemiyorsa bunun başlıca nedeni örgütlenme, üretim ve dağıtım koşullarının yerine getirilememiş olmasıdır. Kimse suçu gençlerimizde aramasın, kimse onları beceriksiz, yeteneksiz ve yaratıcılık yoksunu olarak tanımlamaya kalkmasın. Yıllardır çok yakından izlemeye çalıştığım bu genç insanların tüm bu zorlulara karşın hala heyecanla çalıştıklarını, bir gün bir şeylerin düzeleceği umudunu yitirmediklerini görüyorum. Parklarda, sokaklarda, meydanlarda ellerindeki amatör video kameralarla dolaştıklarını, malzeme alabilmek için bile aralarında para toplamak zorunda kaldıklarını, çekim yerlerine çoğu kez yürüyerek gittiklerini, teknik sorunlarını çözebilmek için çalmadık kapı bırakmadıklarını iyi biliyorum. Ve bir gün uluslararası düzeyde, değer oldukları yeri alacaklarına da yürekten inanıyorum. Yeter ki hiç zaman yitirmeden, bu insanlarımızın benliklerinde taşıdıkları enerji ve sinema tutkusuna, yanıt verebilecek olgunlukta bir toplum olmayı başarabilelim.Türkiye'de de artık oldukça çok sayıda kısa film ve belgesel çekiliyor. Kameralara ulaşmak, çok az giderlerle kurgu yapmak işi oldukça kolaylaştırdı. Bu bir yönden iyi, bir yönden kötü oldu. İyi oldu çünkü yeteneği olan kişilerin önündeki teknik engeller kalktı. Bu iş zengin işi olmaktan çıktı. Kötü oldu çünkü eski özen biraz erozyona uğradı. Eskiden deklanşöre basmadan kırk kere düşünülür, ön hazırlık yapılır, iş daha sıkı tutulurdu. Çünkü malzemeye zor ulaşılıyordu ve pahalı idi. Şimdi bir SD karta yüzlerce plan sığdırılıyor. Kurguda birçok hata kolaylıkla yok edilebiliyor. Festivallere başvuran filmlerin sayısı binlerle ifade edilir oldu ama övgüyü ve gösterimi hak eden film sayısı bu artışla paralellik gösteremedi. Ülkemizde en çok öğrenciler kısa film ve belgesel çekiyor. Ama bu filmlerin büyük bir kısmı etüd çalışması niteliğinde. Tam anlamı ile kısa film konseptine cevap veriyor diyemeyiz. Öğrenci filmleri eskiden daha cesur ve sorgulayıcı oluyordu diye düşünüyorum. Ama hala yürekli, yaratıcı, sorumluluk taşıyan, nitelikli filmlere rastlıyoruz. Kabaca şöyle söyleye biliriz: Demokrasiyi gerçek anlamda içselleştirmiş ülkelerde, diğer sanat dallarında olduğu gibi, kısa film ve belgesel alanında da arzulanan özgürlük ve destek olanakları var. Siyasi ortam sertleştikçe, yönetmenlerin işi de o denli zorlaşıyor.Kısa film ve belgesel festivallerinin sayısının artması ilk bakışta iyi bir gelişme gibi gözüküyor ama bu kadar çok festival olması bir dağınıklığı da beraberinde getiriyor. Festival karmaşası yaşanıyor. Herkes birbirinden habersiz bir şeyler yapıyor. Çoğu zaten bir iki yıl sonra kendiliğinden yok oluyor. Yerel çapta ufak festivaller olmalı ama bazı festivaller de dünya çapında Türkiye’yi temsil edebilecek güce sahip olmalı. Bence festivallerde "yarışmalı" ve "yarışma dışı" diye ayrı bölümler olmalı, yönetmen bunlar arasında seçimini yapabilmeli. Yüksek para ödüllü yarışmalar da var şimdilerde. Kişilikli yönetmenler bu ödüllere ulaşmak için, inanmadıkları filmleri çekmesinler, kimliklerinden ödün vermesinler. Kendine olan saygı ve sanatçı bağımsızlığının parasal karşılığı yoktur. Hangi yarışmadan, hangi festivalden, hangi jüriden ödül aldıkları çok önemli. Duyarlılık gösteren de var, göstermeyen de var. Zaten herkesten her şeyi bekleyemeyiz. Duyarlılık gösterenler alkışı hak ediyor. Zaten onlar da olmasa çağın gerisinde kalırız. İyi ki varlar. Ben kısa film ve belgesel ile ilgilenenlere her zaman şunu söylüyorum: İşin teknik yanı çözülür. İşin bu yanı nispeten kolay. Esas olan ne söylediğin. Söyleyecek bir sözün olması için de, edebiyatı, sosyolojiyi, psikolojiyi, tarihi, siyaseti, felsefe gibi alanları, pozitif bilimleri iyi bilmek gerekiyor. Çok okumak, araştırmak ve gözlem yapmak şart oluyor. Kısa Film yönetmeni Serpil Altın’ın dediği gibi: “Kitap okumayan, film izlemeyen, tiyatroya gitmeyen, gözlem yapmayan, fotoğrafa ilgi duymayan, müzikle barışık olmayan, doğanın seslerini dinlemeyen, hayalleri konusunda ısrarcı olmayan biri... En iyi okulda da okusa, en iyi kurslara da gitse, nasıl iyi bir sinemacı olabilir ki?”Şunu unutmamak gerekir ki, amatör sinemacı, acemi sinemacı demek değildir. Kuşkusuz içinde acemileri de olacaktır. Ne ki onların da, kısa zamanda kendilerini yetiştirmemeleri için bir neden yoktur. Asıl önemli olan, örgütleri güçlenmemiş ve genç sinemacıları var olmayan ülkelerin, gerçek sinema sanatı dünyasına da sahip olamamalarıdır. Tek çıkış yolu, ciddi kültür politikalarının oluşturulması ve gençlerin önündeki engellerin kaldırılmasıdır.