2021 KISA FİLM YAZILAR - HABERLER

İçeriğe git

Ana menü:

2021 KISA FİLM YAZILAR

YAZILAR

 …SONRA FESTİVALLER BOZULDU
Bu başlığa “Film festivalleri ne zaman bozuk değildi ki ?“ diye de cevap verebilirsiniz elbette. Özellikle politik baskılar,  her dönemde film festivallerimizin üzerinde kara bulut gibi dolaşmıştır.Sadece yakın zamanda,  sözgelimi Adana Altın Koza’da bir önceki belediye başkanı zamanında Kürt asıllı yönetmenlerin filmleri, festival direktörünün manevralarıyla yarışmalara katılamaz olmuştur. Ya da Antalya Altın Portakal’da bir belgesel filmin gizlice sansür edilmeye kalkışılması nedeniyle protestolar çıkması üzerine ertesi yıl belgesel ve kısa film yarışmaları programdan kaldırılmıştır. Tabii daha görünür olan baskı, ödül kazanan sanatçıların kapanış töreninin canlı yayınında “özgürlük”, “adalet” vb. gibi uygun olmayan sözcükler kullanmasından dolayı ulusal uzun metraj yarışmasının tümüyle iptal edilerek festivalin tarihine ve geleneğine ve varoluş nedenine ihanet etmenin göze alındığı 2017-18 yıllarıdır. Antalya Film Festivallerinin altın sarısı Venüs Heykelciği de baskılardan nasibini almıştır. Önce dört yıllığına garip bir estetiği olan başka bir forma büründürülmüş, bir dört sene sonra da eski formunda ama kapkara bir renge büründürülerek cezalandırılmıştır. Üzerindeki dekolte harmanisi nedeniyle Venüs, Venüs olalı beri böyle bir eziyet herhalde görmemiştir!  

Peki ama “sonra bozulan” nedir? Biri 58. diğeri 28. Yılına varmış iki “köklü”  festivalimiz başta olmak üzere on yılları dolduran festivallerin salon, koltuk, projeksiyon, perde, sunum, tören, organizasyon bozukluklarının devam etmesi ya da format, içerik, tarz, karakter istikrarsızlıkları mı? Hayır, sonra bozulan  ( daha doğrusu; yozlaşan) festival yapma tarzındaki etik olmayan yöntemler ve davranışlardır. Birden bire değil elbette. İlgili bütün dinamiklerin 60’lı yıllardan iki binli yıllara doğru değişimiyle yakından ilgilidir. Ve temelinde küresel kapitalizmin kültür ve sanat alanındaki politikası yatmaktadır.

1960’lı yıllardan 1990’ların başlarına kadar film festivalleri ile sinema sektörü arasında (sözünü ettiğim politik baskıların zayıfladığı yıllarda) uygun ve anlaşılır bir ortaklaşma vardı. Belediyeler kentlerinin tanıtımı ve hemşerilerine kültürel hizmet sunma amaçlarını yerine getirirken sinema sektörü de filmlerine prestij ve medyada itibar görme olanağını kazanıyordu.  Festivallerin yarışma bölümü sadece ulusal sinemacılığa yönelikti. Festivali organize eden belediyeler birçok noktada sinemacılarla temas kurarak ilerliyorlardı. Televizyon kanalları ve TV dizileri yaygınlaşıncaya ve Yeşilçam Sineması’nın ekonomik sisteminin çöktüğü seksenli yılların sonuna kadar film festivalleri “şenlik ruhunu” korudu. Yarışmalarda ödül almak filmlere hem medya desteği hem itibar kazandırıyordu.  Ancak sektörün liderleri festivallerdeki yarışmalara da hakimdi. Öyle her taliplinin filmi yarışmalarda yer alamazdı! Yeşilçam’ın Türker Abi’si ( Türker İnanoğlu) ve ekibi uzun metraj filmlerin seçkisinde etkili olurlardı.

1980’lerin sonuna gelindiğinde Yeşilçam Sineması sistem olarak çökmüştü. Yüzlerce açık ve kapalı sinema salonu kapanmıştı.  O zamana kadar “sektör bilinci” ne sahip olamamış film sektörü işler elden giderken örgütlenmeyi akıl etmiş birbiri ardınca dernek kurulmuştu. Festivaller halkın ilgi çekmeye devam etse de yarışmaların – o zamanlar sadece heykelciklerden oluşan-  ödülleri de ticari anlamda cazibesini yitirmişti.
İşte festivallerin en “masum” zamanları 90’ların ortalarından ikibinli yılların başına kadar ki kısa sürede yaşandı. Kısa zamanda dernekleşen sinemacılar ve onların oluşturduğu – 2008’e kadar süren- Türkiye Sinema Platformu festival organize eden belediye yetkililerinin muhatabı olmaya başladılar.  Sinema sektörü ile festival düzenleyicileri arasında kurulan iletişim hem yarışmaların adilane geçmesine hem de festival programlarında sinemacıların taleplerinin göz önüne alınması sonucunu doğurdu. Yarışmaların ön jürilerini ve ana jürileri ortaklaşa belirleniyor, festivaller sinemanın sorunlarının tartışıldığı sempozyum, çalıştay toplantılarına ev sahipliği yapıyor, kitapçıklarını basıyordu.
Ne olduysa belediyelerimizin  “uluslararası festival yapma” merakından oldu biraz. İki büyük festivalimiz, daha festivallerin altyapı sorunları çözümlenmeden ve herhangi bir “konsept” araştırmasına gidilmeden o zamana kadar sadece İKSV’nin İstanbul Film Festivali’nin soyunmuş olduğu maceraya ( Onların da bugün geldiği nokta içler acısı!) balıklama atlayıverdiler ve daha küçük ya da yeni emekleyen festivaller de bu gidişe ayak uydurdular!Böylece henüz yeni başlayan diğer festivaller de doğarken “uluslararası” doğdular! (Festivallerin “uluslararası” programları yararlı olmadı değil. Özellikle “forum programları” genç sinemacılarımıza yeni kapılar açtı. Zaman zaman önemli yabancı konuklar “masterclass” faaliyetleri bir zenginlik kazandırdı. Ama “uluslararası yarışma” bölümleri festivallere uluslararası bir cazibe katamadı. Medyatik olmak uğruna gereksiz paralar harcayarak yerli yersiz “tanınmış yabancı oyuncu” getirmek hevesi “Terminatör” filminin kadın dövüşçüsü” ne kadar geriledi. )
Ancak uluslararası festival olmak belediye/ vakıf kadrolarının üstesinden geleceği bir iş değildi.  Dünya sineması ile şu veya bu şekilde ilişkili kadrolara ihtiyaç vardı! Böylece belediyeler festival yönetimlerini fiilen belediye dışından uluslararası sinema dünyası ile ilişkileri olan bir takım kişi veya dernek, vakıf gibi kuruluşlara teslim etmeye başladılar.  Ve olan oldu! Belediyeler ile sinema sektörü arasına giren bu “yeni” festival yönetimleri -tam aksi beklenirken - büyük bir çoğunlukla belediyelerle yerli sinema sektörü arasındaki organik ilişkiyi bozarak adeta “tekel” oldular.  Festivallerin esas gövdesini oluşturan Ulusal yarışma ve programlarını belediye başkanlarından ya da daha “yukarıdan” gelen politik yönlendirmelere uygun yöneterek  ( örneklerini başta hatırlattım.)  festivallerin özgürlüğünü katlettiler. “Entelektüel namus” kimsenin umurunda olmadı. Uluslararası yarışmalar kendini tekrar eder bir sönüklükte geçerken festival yöneticileri“yönetmelik değiştirme oyunları” ve yarışma jürilerini oluştururken gösterdikleri “beceri” ile ödüllerin itibarını yerlere düşürdüler. Bugün yerli sinema çevrelerinde yapacağınız her soruşturma size ödüllendirmelerde  en azından “kayırmacılık” olduğu sonucunu verecektir. “jüri kararları her zaman sübjektiftir” denir. Ama benim altını çizdiğim “jüri seçimlerinde uygulanan yol” un da “subjektif” olmasıyla ilgilidir.
Peki ama festivallerin bu profesyonel yöneticilerine; kendi sinema sektörüne “ Festivali bizyapıyoruz. Size ne oluyor?” dedirten güç ve şımarıklık nereden geliyor? Belediye başkanları ile çok uyumlu bir mesai yaptıklarından dolayı mı Altın Portakal yönetmeliğinde “ulusal” yarışmaya “yabancı” yapımcıların ürettiği filmleri alacak saçma değişiklikler yapabildiler? Ya da bir festival yöneticisinin bir belgesel filmciye telefon ederek “ Filminizi çok beğendik ama politik olarak programa alamıyoruz.” demesindeki pervasızlık neden kaynaklanıyor?  Elbette başka nedenleri var.
- En önemli neden yerli sinema sektörünün “ ortak akıl ve irade” geliştirememiş olmasıdır.  Özellikle “sanat filmi” denilen ve yapımcıların da “bağımsız sinema”cı oldukları kabul edilen -ve festivalleri önemseyen-  kesim irade koymaktan aciz durumdadır. Kurumsal yapılar da kendisini aldattığı söylenen karısını yabancı bir erkeğin evine girerken gören koca gibi “Dur bakalım ne olacak?” sorusunda kalmışlardır.

- 2005’ten itibaren her yıl onu aşkın sayıda ilk yönetmen sektöre girmektedir ve bu kesim için çoğunlukla topluluk çıkarları değil bireysel ve acil kişisel çıkarlar/ umutlar önemlidir! ( Bakınız; “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Gemisini kurtaran kaptan.” atasözleri!)
- Sanatsal amaç taşıyan filmler televizyonlardan ve sinema salonlarından kovulmuştur. Bu filmlerinyapımcıları için ulusal yarışmalardaki “sinemaya destek” amaçlı verilen yüksek para ödülleri ( ki artık pek de yüksek sayılmazlar) yatırımlarını biraz olsun kurtarmak için çok önemlidir! O kadar ki bazıları ödül heykelciği için değil ama para ödülü için her türlü “işbirliği” veya “çete” kurmaya hazırlardır.

Böyle “çarşısı dağılmış” bir ortamda festivallerin ne coşkusu, ne şenliği ne de itibarı kalmıştır. Kültür Bakanlığından alınan destekler ve belediyelerin hemşerilerinden topladığı gelirlerle yapılan festivallerin ulusal sinemamıza katkısını da sinemaseverlere hizmeti de sadece bir “hayal” olarak öne sürebilirler.

Aydın SAYMAN

 
İçeriğe dön | Ana menüye dön