Ana menü:
HİLMİ ETİKAN - FIRAT SAYICI
SÖYLEŞİKendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Paris’e giderek “Sorbonne Üniversitesi”nde sinema ve edebiyat ilişkisi üzerine mastır yaptım. Aynı dönemde “Conservatoire Libre du Cinema Français” isimli okulda eğitimimi tamamladım ve 1976 yılında İstanbul’a döndüm. “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu”nda foto film merkezi sorumlusu olarak çalışmaya başladım. İstanbul Fotograf ve Sinema Amatörleri Derneği’ne üye oldum. O yıllarda dernek bünyesinde sinemaya yönelik çalışmalar yoktu. Sinema seminerleri düzenledik. Derneğin dergisinde sinema yazıları yayınladık, toplu gösteriler düzenledik. Birkaç arkadaş bir araya gelerek, “Ulusal Kısa Film Yarışması”nı başlattık. O günlerde amatör filmler 8mm kameralarla çekiliyordu ve üretim sayısı çok azdı. Dokuz yıl sonra “ Kısa Film Günleri’ne uluslararası bir boyut kazandırdık ve yurt dışından da filmler göstermeye başladık. Onsekiz yıldır aralıksız sürdürdüğümüz “ İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali” böyle doğdu. Film gösterilerini Fransız Kültür Merkezi Salonu’nda yapıyorduk. Salon kapısında büyük bir izdiham yaşanıyordu. İlgi beklenenden büyüktü. Gösterileri İtalyan Kültür ve Alman Kültür Merkezi salonlarına da taşıdık. Bir süre sonra İFSAK da yönetime gelen bazı kişiler, dernek içindeki film çalışmalarına karşı olumsuz bir tavır içine girdiler. Bu durum karşısında, İstanbul Kısa Film Günleri’ni yaşatabilmek adına, dernek yönetimine bağlı olmayan bir tertip komitesi oluşturduk. O günden beri festivalin bağımsız bir tertip komitesi var. Festivalde yer alan yabancı filmlerin getirilmesinde yardımcı olan, bizlere salonunu veren kültür merkezi ve konsolosluk temsilcileri bu komisyonda yer alıyor..Belki de kısa film konusunda Türkiye’deki en yetkin kişisiniz.Son 30 yılda çekilen kısa filmlerin büyük bir çoğunluğunu seyretmiş durumdasınız. Aynı zamanda yurtdışındaki örneklere de hâkimsiniz. Kısa film nedir?Kısa film deyince iki özellik öne çıkıyor: Bunlardan ilki filmin süresi. Kısa filmin uzun metraja göre daha kısa süreli olması gerekiyor. Ticari salonlarda görmeye alıştığımız filmlerin süresi yaklaşık olarak 1,5 saattir. Bu sürenin altında kalan filmlere orta metraj ve kısa metraj deniyor. 40-50 dakika civarındaki çalışmalar ( ki bunlar genellikle belgeseller ve dizi filmlerdir ) orta metraj diye adlandırılıyor. 30 dakikanın altındaki filmlere ise kısa metraj film deniyor.İkinci ve en önemli özellik ise filmin anlatım şekli ve içeriği. Süresinin kısa olması kısa filmi kendi anlatım dilini de oluşturmak zorunda bırakıyor. Uzun metrajda kurmuş olduğunuz dramatik yapı kısa metraja uymuyor. Uzun metrajın anlatım süresi içerisinde, filmdeki kişileri seyirciyle özdeşleştirecek, onların yaşam içindeki duruşlarını tanımlayabilecek ve içinde yer aldıkları olaylar zincirini aktarabilecek süre var. Yani dramatik yapının kurulabilmesi ve geliştirilebilmesi için yeterli denebilecek senaryo var. Oysa kısa filmde bu olanak, yok denecek kadar az.. En başarılı kısa filmler genellikle 5 dakika, 7 dakika olduğu için, bu filmlerin ele aldığı konunun ve anlatım şeklinin de değişik olması gerekiyor. Filmin çok zeki olması gerekiyor. Her karenin çok iyi tasarlanmış ve uygulanmış olması gerekiyor. Çoğu kısa filmler gerçek anlamda birer amatör çalışmadır. Bu filmleri ticari gösterimlere sokamazsınız ve para kazanamazsınız. Ama yine de, üretim koşulları açısından baktığımızda üç ayrı değerlendirme yapabiliyoruz; “Amatör kısa filmler”, “Öğrenci kısa filmleri” ve de “Profesyonel kısa filmler”.Amatör kısa filmler, önemli sinema birikimi ve altyapısına sahip olmayan, çoğu zaman teknik yetersizlikler de içeren çalışmalar. Özellikle sinemaya ilgi duyan gençler tarafından gerçekleştiriliyor. Çok kısıtlı teknik donanımla çekilip kurgulanıyor. Bütçesi olmayan bu filmlerde genellikle yönetmenin yakın çevresi rol alıyor.Öğrenci kısa filmleri, aslında kısa film anlayışına çok da uygun olmayan birer etüd çalışması. Öğrencilerin okuldan mezun olabilmeleri için, sinema tekniğini öğrendiklerini kanıtlamak amacı ile gerçekleştirdikleri kısa süreli çalışmalar. Sadece zaman ve alt yapı yetersizliği nedeniyle kısa olarak üretilmiş filmler bunlar. Bilinçli olarak “kısa süre”nin seçildiği ve uygulandığı bir alan değil. Kısa film yarışmalarına bugün ortalama 200 film katılıyorsa, bunun 160-170 tanesi öğrenci filmlerinden oluşuyor. Zaman zaman öğrenci filmi olarak üretilmiş ama kısa film anlayışına uygun çok başarılı ürünlere de rastlamak mümkün olabiliyor.Profesyonel kısa filmler ise, üzerinde uzun süre çalışılmış, sağlam senaryoları olan, görüntü, ses ve kurgu açısından ticari filmlerle yarışabilecek düzeyde, yetkin oyuncularla kotarılmış çalışmalar. Büyük toplu gösterilerde seyirci karşısına çıkabilecek, teknik açıdan doyurucu, konu açısından iyi düşünülmüş, oyuncu seçimi açısından doğru filmler.Üretim şekli ne olursa olsun, önemli olan insanların, özellikle gençlerin sinema sanatıyla uğraşmaları. Bu sanat dalından pay almaları.
Her çekilen filmin çok da iyi olması da gerekmiyor. İnsanların bir araya gelmeleri, bir projeyi tasarlamaları ve üretmeleri bence daha önemli. Varsın çok da iyi bir iş ortaya çıkmasın. Önemli değil. Eğer bir ülkede gençler kısa film ile uğraşmıyorlarsa, o ülkede sinema sanatının gelişmesini beklemek rastlantılara kalır. Gelişim ve süreklilik gösteremez.Dünyanın birçok yerinde amatör sinema kulüpleri var. Bu kulüplerde insanlar, bir araya gelerek kısa filmler üretiyorlar, izliyor ve tartışıyorlar. Ülkemizde ne yazık ki sinema dernekleri fotoğraf dernekleri kadar yaygın değil. Yok denecek kadar az. Sadece bazı üniversite bünyelerinde yer alan sinema klüplerinden söz edebiliyoruz. Onlar da film üretiminden çok gösterimine yönelik birliktelikler.Festivaller hakkında neler söyleyebilirsiniz?Kısa filmcilerin ana buluşma yerleri festivaller oluyor. Bütün dünya için geçerli olan kural bu. Çok az sayıda da olsa televizyon kanalları kısa filmlere yer veriyor ama sık örneğine rastladığımız bir durum değil. Kısa filmlerin yer alabileceği iki tür festival var. Birincisi sadece kısa filmlerin gösterildiği festivaller. Diğeri ise uzun metraj filmlerle birlikte kısa filmlerin gösterildiği festivaller. Film festivallerinde uzun metraj ile kısa metraj yan yana olunca, kısa metraj çoğu zaman gölgede kalıyor. Festival başladığında, en iyi oteller, en iyi sunumlar, televizyon programları, basının ilgisi hep uzun metraja yöneliyor. Sadece kısa filmlerin programa alındığı festivaller ise daha işlevsel oluyor. Filmlere ve yönetmenlerine daha fazla değer veriliyor. Katılımcıların birbirleriyle kaynaşmaları, kalıcı dostluklar kurmaları ve birlikte projeler oluşturmaları daha kolay oluyor. Bu konuda adını tüm dünyaya duyurmuş çok önemli festivaller ve kısa filmlerin satıldığı fuarlar var. Clermont-Ferrand, Tampere, Cork, Cracow, Oberhausen ilk akla gelenler.Ama şunu da bilmeliyiz ki, yarışmalar ve festivaller, kısa filmin gelişmesi için tek başına somut çözümler getirmiyor. Onlar sadece işin vitrini. Nitelikli çalışmalar olacak ki, gösterilsin. Yarışmaya 200 tane film katılmış, bir kaçına biraz para ödülü vermişsin. Bu kısa filmi geliştirmez. Parasal gücü olan kurumlar, yarışmalar düzenlemek yerine iyi projelere daha üretim aşamasında ciddi destekler verseler çok daha yararlı olur diye düşünüyorum.Destekler nerelerden gelebilir?Kültür ve Turizm Bakanlığımız verdiği destekler var ama çok yetersiz. Ne yazık ki oradaki bürokratlarımız da hala konunun önemine yeterince inanmış değiller. Konuya basit bir amatörlük olarak bakıyorlar. Şu anda bakanlıktan en düşük desteği kısa filmciler alıyor. Destekledikleri festivaller içinde de en az parayı yine kısa film festivallerine veriyorlar. Festivalin içeriğine ve programına bakmadan adında sadece “Kısa Film” var diye inanılmaz derecede düşük bütçeler ayırıyorlar.TRT 2 de “ Genç Sinemacılar” programı var. Bu program da kısa filmcilere hem üretim, hem de gösterim aşamasında destek veriyor. Az ya da çok yine de destek sadece devlet kurumlarından geliyor. Özel sektör ise, konuyu uzaktan seyretmekle, üretime hiç bir katkı vermeden, nitelikli kısa filmleri toplayıp onları kendi reklamını yapmada araç olarak kullanmakla meşgul.Daha önce de dediğim gibi yarışmalar ve festivaller, kısa film üretimi için somut çözümler sunmuyor. Onlar sadece tamamlanmış filmlerin gösterim alanları. Üretim alanları değil.
Gençlerimiz, uluslararası arenada ülkemizi temsil edecek filmler yapabilmeli. Yetenek olarak bu birikime sahip olduğumuzu düşünüyorum. Gerçekten biraz desteklense çok daha iyi çalışmalar yapabilecek yönetmenlerimiz var. Her şey teknik değil, para değil ama yine de olanakları insanlara sunmak zorundasınız. Çünkü insanlar proje üretirlerken kendi kendilerine otosansür uygulamak zorunda kalıyorlar. Düş gücünü sınırlıyorlar. Bir senaryo yazıyor, ben bunu çekemem, bunu bulamam, oraya gidemem, ben bunu gerçekleştiremem diyerek olanaklarına göre tasarlamaya başlıyor.Profesyonel sinemacılar da destek olmuyor genelde…Profesyonel olarak çalışanlar, kendilerine başvurulduğu zaman, programları elveriyorsa genç sinemacılara destek oluyorlar. Ama uzun metraja kısa filmden geçmiş yönetmenlerimizin bu sorunun daha fazla sözcüsü olmalarını bekliyoruz. Ne yazık ki, daha önce kendilerinin de yaşadığı sorunları gündeme getirmiyorlar. Kısa film çekeceklere yardımcı olunması konusunda, bu işin ne kadar önemli olduğu konusunda kamuoyu oluştursalar, genç sinemacılarımız daha kolay destek bulurlar. Aynı görev sinema yazarlarına da düşüyor. Kısa filmi sinemanın bir türü olarak kabul ediyorlar ama, kısa filmler üzerine, belgeseller üzerine nerdeyse hiçbir değerlendirme yazmıyorlar. Gazete ve dergilerin sanat sayfaları, sadece ticari pazarlamaya aracılık yapma işlevinini üstleniyor. Bu ülkede kısa film neden desteklenmez, neden kültür bakanlığı en az desteği onlara verir diye, bir yazıya rastlamadım şimdiye dek. Kamuoyu oluşturularak, kültür bakanlığı, televizyon kanalları, yerel yönetimler gibi belli kaynaklara baskı yapılabilirse, parasal destek bulma konusunda belki işler biraz daha yoluna girer.Diğer en büyük eksiklik ise, bağımsız bir sinema merkezimizin olmaması. Birçok ülkede var. Örneğin, İran’da “Genç Sinemacılar Birliği”, Fransa’da “Unifrance”, Yunanistan’da “Greek Film Centre” gibi. Bir insanın veye bir kurumun, ülkemiz kısa filmlerini aradığı zaman, tüm bilgilere ulaşabileceği, gerekli dökümanı alabileceği, filmlerin elde edilmesi konusunda başvurabileceği bir sinema merkezimiz yok. Bu eksiklik büyük sıkıntı yaratıyor. “İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali”ni düzenlerken biz yurtdışındaki bu merkezlerle çalışıyoruz. Bize film öneriyorlar, gerekli bilgileri iletiyorlar, film gönderiyorlar. Hem nitelikli filmlere ulaşıyoruz, hem de büyük ölçüde zaman kazanıyoruz.. Ne yazık ki, Türkiye’den bu hizmeti biz onlara veremiyoruz.İçerik olarak nasıl buluyorsunuz Türk kısa filmlerini?Oldukca başarılı diyebiliriz. Festivallerde nitelikli kısa filmlere, eskiye oranla daha sık rastlıyoruz. Alt yapı giderleri, dijinal teknoloji ile birlikte büyük oranda ucuzladı. Bilgisayara yüklediğiniz bir programla kurgu, ses, efekt, renk düzeltme gibi tüm işlemleri aynı anda yapabiliyorsunuz. Artık ortalama 4 milyara kamera ve kurgu problemi çözülebiliyor. Ama diğer prodüksiyon sorunları devam ediyor tabii. Örneğin, ışık kiralayamıyorlar. Amatör kameralar ses kaydı için yetersiz kalıyor. Dekorların yapılması, mekanların bulunması. Bir yere gidilecekse, konaklama ve yol masraflarının karşılanması… Bunlar hep ciddi birer parasal destek gerektiriyor. İyi oyuncu ve senaryo ekibinin olmaması da filmlerde sık sık aksamalara neden oluyor.Bu parasal sıkıntı filmlerin içeriklerine de yansıyor. Yönetmenler nerede yaşıyorsa filmlerini de orda çekmek zorunda kalıyorlar. Dışarı açılamıyorlar. Örneğin başka bir kente gidemiyorlar.Nasıl çözümler gerekiyor?Profesyonel sinemacılar da zaman zaman, ticari sinemanın rekabetci ortamından bunalıp, sadece keyif için kısa film üretiyorlar. Yani kısa filmin önemini ve değerini biliyorlar. Bu kişilerin, arkalarından gelen insanlara el uzatmak, yardım etmek, yol göstermek konusunda biraz daha istekli olmaları gerekli. Belki, onlardan yardım istendiğinde, desteklerini esirgemiyorlar ama istenmeden de bu desteği sağlamaları gerek. Konuşmalarında bu konunun önemini vurgulasalar, bu bile yeterli. Çünkü hala kısa filmcileri kimse ciddiye almıyor.Ülkemizde çoğunluğu öğrenci işi olmak üzere birçok kısa film seyrettim. Gerçek şu ki bu sektör kendi kendine gelişemiyor. Ticari olmadığı için, bu alandaki yönetmenlerde devamlılık yok. Bir genç film çekiyor. Oldukca başarılı. Onun daha sonraki filmlerini bekliyorsunuz. İleriye doğru aşama yapacağını umuyorsunuz. Ama o kişi bir süre sonra yok oluyor. Başka işlere giriyor. Bu sefer yerine diğerleri geliyor. Bu insanlar, geride bıraktığı dokuz filmin deneyiminden yararlanarak, onuncu filmini çeken insanlar değil. Her biri 2-3 film çekip yok oluyor. Kısa filmde kalayım, sürekli film çekeyim diyemiyorlar. Çünkü kurmaca alanından para kazanamıyorlar. Animasyon da ve belgeselde durum biraz daha farklı. Televizyona yada reklam sektörüne kısa animasyonlar üretip, belgeseller çekip yaşamınızı sürdürebiirsiniz. Yurt dışında da durum aynı. Çoğu kurmaca kısa film yönetmeni para kazanamayınca başka işlere yöneliyorlar.Ancak sağlam bir altyapı, örneğin bir sinema merkezi olursa, nitelik yükseliyor ve insanlar, daha iyi ürünlere imza atabiliyorlar. Yönetmenlere teknik donanım sağlanırsa, parasal destek verilip istedikleri prodüksiyonu gerçekleştirmeleri olanaklı kılınırsa, filmlerinin düzenli bir şekilde dünyaya dağıtılması organize edilebilirse, evrensel ve kalıcı bir düzeyi ancak o zaman yakalayabiliriz.Sinemalarda uzun metrajdan önce kısa film gösterilmesi hep gündemde olan bir konu. Aslında hem kısa filmlerin gösterilmesi, hem de kısa filmin sevdirilmesi açısından oldukca iyi bir yöntem gibi gözüküyor.Ama Fransa’dan biliyorum o zaman da şöyle bir sorun ortaya çıkıyor. Uzun metrajı üreten firma bir tane de, kısa film üretiyor. Uzun metrajı ve kısa metrajı paket halinde birlikte vizyona sokuyor. Yine bağımsız yönetmenler işin dışında kalıyor. Kısa film yönetmenlerinin ürünü o dağıtım çemberinin içine kolay kolay giremiyor.Son olarak genç kısa filmcilere neler söylemek istersiniz?Gerçekten başarılı kısa film çekmek isteyenler, kendilerine uzun filmleri örnek almasınlar. Kısa film bir cümledir ve zekâ içerir. Film uzadıkça hata yapma şansı artıyor ve kısa film konseptinden uzaklaşıyor. Seyirciye 30 dakikalık filmler genellikle uzun geliyor. Daha önce de söylediğim gibi, bu alandaki başarılı örnekler 7-8 dakikadır. Kısa film yönetmeninin görevi, çarpıcı bir ayrıntıyı, yaşamın içindeki ilginç bir anı, insanlara dair etkileyici bir bakış açısını yakalayabilmektir. Yalın olabilmeyi başarabilmektir. Bazen gençler kısa filmleri, uzun metraja geçişte kartvizit olarak kullanmak istiyor. Ben bunları çektim, artık uzun filmi de yönetebilirim demek istiyorlar. Bu da bir yöntem ve onları kınamıyorum. Ama bu konsept ile çekilen kısa filmlerin kalıcı ve başarılı olduğunu söylemek ne yazık ki çoğu zaman olası değil. İnternetin yaygınlaşması kısa filmciler icin büyük bir şans. Bundan sadece 6-7 yıl yıl önce tek sayfalık bir bülten hazırlar ve kısa filmcilerin gelişmelerden haberdar olabilmesi çin yoğun çaba sarfederdik. Bugün artık iletişim çok kolaylaştı. Kısa film web sayfaları var. Ortak haberleşme siteleri var. Filmleri bilgisayar ekranında izleyebilme koşulları giderek iyileşiyor. İnsanlar birbirlerini filmlerini izleyip, düşüncelerini aktarabiliyorlar. Umarım gençlerimiz bu olanaklarıda iyi değerlendirip daha nitelikli filmlere imza atarlar, ülkemizde üretilen kısa filmler evrensel değerleri yakalayabilirler ve en önemlisi de sinema okulu dışındaki gençler de bu alandan pay almayı başarabilirler. Çünkü üniversitelerde ders kapsamında zorunlu olarak üretilen öğrenci filmleri sadece teknik olanak ve zaman sorunu nedeni ile kısa oluyor. Oysa kısa filme gerçekten inanmış, onun anlamını kavramış ve bu alana gönül vermiş yönetmetmenlerimizin akademik ortamın dışında da var olmasını diliyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kısa filmin gönüllü yönetmenlerine sahip olması, ancak ve ancak bu alandaki üretim koşullarının yaratılması ve yaygınlaştırılması ile mümkün.Söyleşi: Fırat Sayıcı Sinemaskop Dergisi - Mart 2007SÖYLEŞİSayın Hilmi Etikan bize biraz kendinizden söz eder misiniz?1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim. O yıllarda Türkiye’de sinema eğitimi veren kurum olmadığı için Fransa’ya gittim. Sorbonne Üniversitesi’nda mastır yaptım. “Conservatoire Libre du Cinema Français” de sinema eğitimi aldım. 1976 yılında Istanbul’a döndüm ve “DİSK Foto Film Merkezi” ni kurdum.1980 yılına kadar, özellikle işçi kesiminin sorunlarını ele alan belgesel filmler gerçekleştirdim.12 Eylül 1980 de sendikalar kapatılınca bağımsız olarak çalışmaya başladım. 1977 yılından başlayarak, günümüze kadar süren dönem içinde, İstanbul’da kısa film yarışmalarını organize ettim. Yaklaşık 20 yıldır da “ İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali” nin yöneticiliğini yapıyorum. Ayrıca değişik tarihlerde gerçekleştirdiğim seminer ve atölyelerle, konuya ilgi duyan insanlara sinema sanatı üzerine eğitim verdim. Festival yöneticiliği ve atölye çalışmalarım bugün de devam ediyor.Atölyenizin bir kısa film atölyesi olmadığını biliyoruz. Yine de üzerinde yoğunlaştığınız bir alan olarak, kısa filmin sinemamız için taşıdığı anlam sizce nedir ?Kısa film deyince iki özellik öne çıkıyor. Bunlardan öncelikle akla geleni “filmin süresi”. Kısa filmin uzun metraja göre zaman olarak daha kısa olması gerekiyor. Sinema salonlarında görmüş olduğumuz, alışageldiğimiz filmlerin süresi yaklaşık olarak 1,5 – 2 saattir. Bunlar ticari sinemanın “uzun metraj” dediğimiz bölümünü oluşturuyor. Bu sürenin altında kalan filmlere de “orta metraj” ( TV dizileri ) ve “kısa metraj” filmler deniyor. Kısa metraj filmlerin süresi, genellikle 20 dakikanın altında oluyor.İkinci önemli unsur “anlatım şekli”. Süresinin kısa olması kısa filmi kendi yapısını oluşturmak zorunda bırakıyor. Uzun metrajda oluşturulmuş olan öyküler kısa metraja uymuyor. Uzun metrajın süresi içerisinde seyirciyle filmdeki kişileri tanıştıracak, seyircileri onlarla özdeşleştirecek, karakterleri tanıtacak ve onlar arasındaki ilişkileri seyircilere aktarabilecek zaman var. Yani dramatik yapının kurulabilmesi ve geliştirilebilmesi için yeterli zaman var. Oysa kısa filmde bu olanak yok. Kısa film 5 dakika, 7 dakika, en fazla 20 dakika olduğu için yapısının da değişik olması gerekiyor. Kısaca söylersek, kısa film hem anlatım şekli hem de süresi itibariyle diğer filmlerden farklılık gösteren bir tür olarak karşımıza çıkıyor.Türk sinemacıları, yönetmenler, yapımcılar kısa filme nasıl bakıyor, kısa film gereken ilgiyi görüyor mu?Ülkemiz de, sinema okullarının yaygınlaşmasıyla birlikte film üreten insan sayısında gözle görünür bir artış oldu. Her yıl yaklaşık 300 kısa film üretiliyor. Ama bunların büyük çoğunluğu gerçek anlamda birer kısa film değil. Güçlü sinematografik ürünler değil. Çünkü bu filmlerin yönetmenleri kendilerini birer kısa film yönetmeni olarak algılamıyorlar. Disipline etmiyorlar. Sadece, okullarını bitirmek için kısa süreli öyküler anlatıyorlar. Oysa, başarılı bir kısa film yapmak, sinema sanatının tartışmasız en zor işlerinden birisi.Ülkemizdeki sinema dünyası giderek kısa filmin de, sinema sanatının önemli bir dalı olduğunu fark etmeye başladı. Güçünü kavradı. Bugün uzun metrajını çeken birçok yönetmenimiz kısa filmden gelmedir. İlk ürünlerini kısa film olarak gerçekleştirmiş daha sonra uzun metraja geçmiştir. Ama görüyoruz ki, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu, Ahmet Uluçay, Ümit Ünal, Mustafa Altıoklar gibi isimler tekrar kısa filme dönüyorlar. Bu örnekler de kısa filmin , uzun metraja geçmede bir atlama tahtası olmadığını, ayrı bir sanat dalı olduğunu kanıtlıyor.Kısa film ile uğraşan insanların en büyük sorunu yapımcı bulabilmek. Kısa filmler çoğunlukla ticari sinema kapsamına girmediği için, yapımcı bulmak da çok zor oluyor. Daha ziyade reklam amacı taşıyan kurumlar, sponsor olarak destek veriyorlar. Bütün dünya ülkelerinde en önemli desteği ise Kültür Bakanlıkları veriyor. Ama ülkemizde başta devlet olmak üzere, konunun öneminin hala yeterince anlaşılabildiği kanısında değilim.Sinemamızın patlama yaptığından, hem popüler hem sanatsal çok sayıda film üretildiğinden söz ediliyor. Siz ne düşünüyorsunuz, Türk sineması nereye gidiyor?Geçtiğimiz yıl Türkiye’de çok sayıda film üretildi. Birçoğunu izleme olanağı buldum. İçlerinden ancak çok azının başarıya yaklaşabildiğini düşünüyorum. Sanırım ulusal sinemamızın en büyük sorunu kültürel ve estetik birikim eksikliği. Film yapmanın, doğum yapmak ile eş anlamlı olması gerektiğini düşünüyorum. Yönetmenin mutlaka yaşamı süresince, içinde biriktirdiği ve artık paylaşmak istediği bir sözü olmalı. Bunu aktarırken büyük çabalar sarfetmeli. İyi bir teknik ekip ile artık işin görsel yanı kolaylıkla çözülüyor. Önemli olan o dünyanın içini doğru ve etkili bir şekilde doldurabilmek. Bunu da ancak ne yazık ki çok az sayıda yönetmen başarabiliyor. Filmlerine dünyalarını katabiliyorlar. Katabilecek bir şeyleri olmayanlara “Film yönetmeni” demek yerine “ Film çekilirken başında duran insan” demek daha doğru gibi geliyor bana.Bir kısa film çalışması için kentimize geldiniz. Yalova’yı tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?Bir atölye çalışması kapsamında, Sait Faik’in “ Mahalle Kahvesi” isimli öyküsünü çekmek için mekan arıyorduk. Her hafta sonu düzenli olarak Yalova’dan İstanbul’a gelerek derslere katılan sayın Zeki Öçal ve sayın Suat Duman mekan araştırması yaparken Akköy de uygun bir kahvehane buldular. Kahvenin sahibi sayın Mustafa Dönmez de bizlere yardımcı olmayı kabul edince çekimleri Yalova’da gerçekleştirmeye karar verdik. Ekibimizin konaklaması konusunda bizlere büyük destek veren Sayın Feyzullah Aydın ve “Sağlık Bakanlığı Yalova Termal Kaplıcaları İşletme İdaresi”ne sonsuz teşekkürlerimizi iletmek isterim. Bizleri canla başla ağırlayan Sayın Semahat Öçal’a ve Nazife Öçal’a da pek çok teşekkürler. Bu ekip bize yardımcı olmasaydı, bu kadar keyifli bir çalışma gerçekleştirmemiz mümkün olamazdı. Tüm ekip olarak Yalova’da unutamayacağımız bir deneyim yaşadık.Son olarak, sinema yapmak isteyen gençlere ne öğütlersiniz: hemen bir kamera mı alsınlar, yoksa bol bol film mi izlesinler ?Sinema sanatı, İçinde edebiyat, tiyatro, fotograf, müzik gibi diğer sanat dallarını da barındırdığı için, en zor çalışma alanlarından birisidir. Sinema ile uğraşmak isteyen insanların bütün bu sanat dalları konusunda bilgi sahibi olmaları kaçınılmaz koşuldur. Ayrıca tarih, felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi konuları araştırmış, müzeleri, sergileri, sahne sanatlarını olabildiğince yakından takip etmiş olmaları gerekir. Bunları yapmazlarsa birikimli bir sanatçı olamazlar ve söyledikleri ile kimseyi ikna edemezler.Bol film izlemek de işe yarayan yan öğelerden birisidir. Dikkatli gözle izlenen bir film bazen izleyene çok şey öğretebilir. Ama bu durumun tek başına yeterli olduğunu tabii ki söyleyemeyiz. İnsanlar ancak, bir film çektikten ve kurguladıktan sonra sinema tekniğini öğrenmeye başlıyorlar. Dijital kameraların ve dijital montaj setlerinin gelişmesiyle iş biraz daha kolaylaştı. Şimdi artık orta eğitim kurumlarında bile sinema kulüpleri var. Öğrenciler bu kulüplerde filmler çekiyorlar, kurguluyorlar. Eğer kısa film üretimi desteklenmiyorsa, gençler üretme katılamıyorsa, o ülkede ulusal sinemanın gelişmesi, uluslararası düzeyde bir yerlere gelmesi ancak rastlantılara ve kişisel çabalara kalıyor. Sürekliliği olan bir kültür politikasının oluşturulması ne yazık ki mümkün olamıyor. Bu nedenlerledir ki, kısa film üretimini çok önemsiyor ve kesintisiz olarak 30 yıldır emek vermeye çalışıyorum.Kentimize geldiğiniz ve vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ediyoruz.Yakın dostluğunuz için, tüm ekip adına ben teşekkür ederim.Haziran 2007