2024 KISA FİLM YAZILAR - HABERLER

İçeriğe git

Ana menü:

2024 KISA FİLM YAZILAR

YAZILAR


"TARLABAŞI TARLABAŞI" FİLMİNİ NASIL ÇEKTİK

1980 li yıllar. İstanbul’un Tepebaşı semtinde Filmür isimli bir stüdyomuz var. Birgün arkadaşım Haluk Koçoğlu uğruyor. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin yıkıma uğrayacak Tarlabaşı Bulvarı ile ilgili bir belgesel hazırlatmak istediklerini söylüyor. Odanın o zamanki başkanı Mimar Yücel Gürsel ile tanışıyoruz. Çekimlerin acilen başlaması gerekiyor ama şubede yeterince bütçe yok. O günlerde Hüseyin Yıldız “Büyükşehir Konut Yapı Kooperatifi” adı altında bir kooperatif kurmuş ve Beylikdüzü’nde bir uydu kent yaratma çabalarına girmiş. Yücel Gürsel’in de aracığı ile inşaatın periyodik fotoğraf ve film kayıt işini alıyoruz. Elimiz biraz para geçiyor. Hemen çekimlere başlıyoruz.

Tarlabaşı bulvarı iş yerimize çok yakın olduğu için ulaşım oldukça kolay. Video kameralar daha yeni yeni gelişmeye başlamış. Elimizin altında Sony Hi8 bir kamera var. Görüntü çözünürlüğü istenilen düzeyde değil ama kameranın elimizin altında olması çok önemli. Kiralık kameralar için stüdyolardan daha önce randevu almak ve oldukça yüklü bir kira ödemek gerekiyor. Kamerayı kiralayıp kullanmadan bekletmek hiç ekonomik değil. Çünkü ne zaman ne olacağı önceden belli olmuyor.

Tarlabaşı’nın yıkımı söz konusu olan sokaklarında aktüel çekimler yapmaya başlıyoruz. Peşimize takılan meraklı çocukları kontrol edebilmek oldukça zor. Oradan oraya koşturup duruyorlar. Basında yer alan yıkım haberlerinden tedirgin, büyük çoğunluğu yoksul mahalle sakinleri ise bizlerden pek hoşnut değil. “Neden çekiyoruz?”,“Yıkım ekibinin adamları mıyız?”,“Gerçekten buraları yıkacaklar mı?”.

Bulvarın kent içindeki konumunu göstermek için havadan bir çekim yapmamız gerekiyor ama helikopter kiralayacak kadar paramız yok. Sorunu şöyle çözüyoruz;
“Büyükşehir Konut Yapı Kooperatifi” başkanı Hüseyin Yıldız’ı inşaat alanının yukardan çekimini yapmanın iyi olacağına ikna ediyoruz. O günlerde helikopter kiralayan iki şirket var. Birisi Sefaköy’den havalanıyor (ki bu helikopter inşaat alanına oldukça yakın), diğeri ise Taksim’deki Hilton otelinin bahçesinden havalanıyor (ki bu helikopter inşaat alanına oldukça uzak). Helikopterler saat ücreti ile uçtukları için en doğrusu Sarayköy’den kalkan helikopteri kiralamak ama bizim amacımız bu arada Tarlabaşı bulvarını da çekmek. Hüseyin beyi Hilton’dan kalkan helikopteri kiralamaya ikna ediyoruz. Sanırım bunu yaparken istediğimiz helikopterin daha az sarsıldığı gibi masum bir yalanın arkasına sığınıyoruz. Tarlabaşının üzerinden uçarken çekim yapmaya başlıyorum. Yanımda oturan kooperatif görevlisi kişi bu duruma bir anlam veremiyor. “Buraları neden çekiyorsunuz” diyor. “Çekim yapmıyorum, ayar yapıyorum. Vizörden nasıl görünüyor ona bakıyorum diyorum”. Filmdeki helikopter görüntüleri de böylece bu korsan çekimler sayesinde gerçekleşmiş oluyor.

Bir sokakta, üç katlı bir evin penceresinden bakan yaşlı iki kadın var. “Sizinle konuşabilir” miyiz? diye soruyoruz. Son derece ürkek bakışlarla bizi izliyorlar. Nasıl ikna ettik şimdi hatırlayamıyorum ama kabul ediyorlar. İçeri girince buranın hüzün ve korku dolu bir ev olduğunu görüyoruz. Belgeselin önemli sahnelerinden birinin çekimini yapıyoruz. Bu an onları son görüşümüz oluyor. Bir daha da izlerine rastlayamıyoruz.

Para buldukça arada bir daha nitelikli olan U-Matic video kameraları kiralıyoruz. Ancak yıkım çekimlerinde ortalık o kadar toz oluyor ki, kameralar toprak içinde kalıyor. İnce zerrecikler halindeki taş parçacıkları kameralar için zararlı. Bu nedenle, Taksim Meydanındaki binanın o zamanın İstanbul belediye başkanı Bedrettin Dalan eşliğindeki krajikomik bandolu yıkımını yine Sony Hi8 kamera ile yapıyoruz. Dalan “Yıkarım ve cezamı da çekerim” diyor. Hava oldukça soğuk ve küçük aküler çabuk boşalıyor. Neyse ki orada bulduğumuz yakın bir bayide acele ile aküleri tekrar şarj edip, belgeselin, az kalsın kaçıracağımız en etkili bölümlerinden birini kayda alabiliyoruz. Bu arada Ara Güler de 16mm film kamerası ile yanımızda çekim yapıyor. Ayrıca Yeşilçam’dan 35mm lik kamera ile çekim yapan bir kişi daha var ama sanırım onun amacı bu sahneyi uzun metraj bir Türk filminde başka amaçla kullanmak. Her iki çekime de daha sonra bir yerde rastlamadım. Ne yaptılar bilemiyorum.

Tarlabaşı’nın simge ismi, çiçek pasajının sevgili akordeon sanatçısı Madame Anahit de ( Anahit Yulanda Varan) filmimizin unutulmaz bir parçası oluyor. Önce onun Tarlabaşı’nın dar sokaklarında dolaşırken çekimini yapmak istiyoruz. Kamerayı ve Madame Anahit’i gören kalabalık halk sokaklara fırlıyor. Dilimiz döndüğünce insanlardan kaldırımı boşaltmalarını istesek de, derdimizi anlatamıyoruz. Madame Anahit de yorulmaya başladığı için kameranın deklanşörüne basıyoruz. Çekimi tekrarlama şansımız yok. Daha sonra yıkımların yapıldığı yere geçip final sahnesini çekiyoruz. Filmde udu çalan ermeni sanatçı ise Anahid in komşusu. Anahid onu da çekin diyor. Onu da çekip filme koyuyoruz.

Üç yıl süren çekimler sonunda filmin kurgusunu yapmak üzere Bengi Video Stüdyosu’na giriyoruz. Filmin tamamlanmış olan görüntü kurgusunu, kendileri de birer mimar olan Feride Çiçekoğlu ve Şener Özler’e gönderiyoruz. Filmi izleyerek bir metin yazıyorlar. Filme çok şey katan bu metni seslendirme işi ise, ünlü spikerlerimizden Mesut Mertçan’a düşüyor. Türkçe ve İngilizce kopyalarını hazırlayarak gösterime sokuyoruz. Doğu-batı sentezinin, dünyadaki tek sivil mimari örneklerini oluşturan kentsel mirasın, trafiği rahatlatmak adına nasıl yok edildiğini anlatan bir belgeselin hazırlanmasına İstanbul Büyük Şehir Mimarlar Odası yönetim Kurulu büyük katkı veriyor. Ayrıca, çekimler boyunca desteklerini esirgemeyen Haluk Koçoğlu, Necip Sevindik ve Alp Sunalp’ın isimlerini de unutmamak gerek.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Bazı olayları o an belgelemezsek elimizin arasından kayıp gidiyor. Bu nedenle, “çok kaliteli kameram yok, yeterince bütçem yok, zamanım yok” gibi bahanelere sığınmadan (tabii ki mümkün olduğu kadar iyi koşulları da yaratmaya uğraşarak) belgesel sinemacılar olarak yaşamı kayıt altına almaya, çağımıza tanıklık etmeye özen göstermeliyiz. Bizim bu filmi hazırladığımız günlerde, TRT tarafından bir film hazırlatıldı. O filmde ise, (sanırım Ertürk Yöndem hazırlamıştı) TARLABAŞI…TARLABAŞI..filminde söylediklerimizin tam aksi söyleniyor, bölgedeki evlerin yıkılarak, o bölgenin pislikten(!) temizlenmesi salık veriliyordu. Yani aynı konuda iki ayrı zıt yaklaşım vardı ve bu tür konularda tarafsızlık diye bir şeyin olamayacağının en güzel kanıtlarından biriydi.

350 yi aşkın bina yıkıldıktan sonra idare mahkemesi 1988 sonlarında yıkımların yasa dışı olduğunu çok geç de olsa fark etti. Ama büyük ölçüde iş işten geçmişti. Mimarlar odasının trafiği Dolapdere bulvarından Taksim’e bağlama, Tarlabaşı mahallesindeki cumbalı taş evleri ise konut, turistik pansiyon ve sanat merkezleri haline dönüştürerek yaşatma önerisi ne yazık ki kabul görmedi.

28 dakikalık bu belgesel, 1989 yılında Lozan’da düzenlenen “ 2. Festival Internatıonal du Film d’Architecture et d’Urbanisme” de 710 film arasında ilk beşe girme başarısını göstererek UPIAV ödülünü kazandı. Ülkemizde yapılmış sivil mimari filmlerinin öncü çalışmalarından biri olarak belgesel sinema tarihimizdeki yerini aldı. Halen dünyanın birçok üniversitesinde ders filmi olarak gösterilmeye devam ediyor.

Hilmi Etikan
Ağustos 2024





 
İçeriğe dön | Ana menüye dön